Bölüm 15: Yanığın Hafızasında Açılan Kapı
Kömür kaleminin ilk harfini taşa bıraktığım anda yerin titremesi durmadı, aksine derinleşti. Sanki avlunun taşları değil, kendi damarlarımın içindeki yankı sarsılıyordu. Yazdığım harf, taşın yüzeyinde bir süre sessizce durdu. Ardından, kendi ruhunu bulmuş bir varlık gibi hafifçe kıpırdadı.
Harf derinleşti.
Derinleşti.
Derinleşti.
Ve sonunda taşın içine doğru battı; sanki hiç olmamış gibi kayboldu.
Ama yok olmamıştı. Avlunun tam orta yerinde, havada asılı duran ince bir ışık çizgisi belirdi. O çizgi, az önce yazdığım harfin titreşimiydi. Harf, maddeden ışığa geçmişti. Ateşin hafızası böyle çalışıyordu demek ki: yazılan silinmez, sadece beden değiştirirdi.
Tam o anda, avlunun kenarında duran rüzgârdan doğmuş kapı yeniden canlandı. Bu kez açılmadı; sadece kımıldadı. Sanki beni çağırmakla çağırmamak arasında kararsızdı. İçimde bir ses yükseldi:
“Kapı, sadece doğru yazıyı yazana açılır.”
Bir kez daha taşa döndüm. Kömür kalemini elime aldığımda bu sefer elim ağırlaştı. Kalem değil, sanki kendi kaderimin ağırlığını tutuyordum. Taşa ikinci harfi yazmaya başladığımda taş bu kez nabız gibi atmadı. Bunun yerine avlunun etrafındaki yanık izleri tek tek parlamaya başladı. Her parıltı farklı bir nefes gibiydi. Anka’nın eski nefesleri…
Yazdığım her çizgi, geçmişte gizli kalmış bir dönüşün kapısını aralıyordu.
Ve ikinci harfin son kuyruğunu çizdiğim anda avluda şiddetli bir ışık patladı. Her şey bir anlığına kör edici beyaza büründü. Işık dağıldığında karşımda bir siluet belirdi.
Kanat değildi.
Kül değildi.
Ateş değildi.
Bir insan silueti…
Ama insanın unutulmuş hâli.
Silüet konuşmadı. Fakat göğsünün tam ortasında, yanık izlerine benzeyen bir sembol vardı. Bu sembol, az önce yazdığım iki harfin birleşimiyle aynıydı.
Siluet, harfleri bana geri gösteriyordu.
Ben yazıyordum, o hatırlatıyordu.
Ben inşa ediyordum, o doğruluyordu.
Aramızdaki sessizlikte tek bir cümle beliriverdi:
“Yolculuk artık bireysel değil; iki katmanlı bir hafıza yolculuğudur.”
Siluet geri çekildi, ışığa karıştı ve yok oldu. Ardından rüzgârdan yapılmış kapı birden sonuna kadar açıldı.
Bu kez içinden bir ses değil, bir koku geldi. Yanmış tüyün, yağmurla söndürülmüş ateşin ve eski zamanlardaki bilgelik odalarının kokusu…
Avlunun taşlarından biri kendi kendine yerinden kalktı ve önüme uzandı. Üzerinde tek bir cümle parladı:
“Üçüncü harfi yazdığında Anka’nın gölgesi senin gölgenle birleşecek.”
Ve o an anladım:
Bu bölüm artık yazının değil, gölgenin sınanacağı bir bölümdü.
Ateş beni çağırmıyordu; beni bekliyordu.
Küller uyanmıştı, şimdi gölgemin uyanma vakti gelmişti.
Üçüncü harf beni bekliyordu.





ORCID Profilim
0 Yorumlar